top of page
Garipsahin.jpg

Küllerden Yükselen Bir Yaşam Öyküsü

1955 yılında, Karabel yöresi denilen ve Sivas’ın Divriği, Zara ile Kangal’ın birbirine yaslanan serin yamaçlı köylerinden birinde hayata açtı gözlerini Garip Şahin. Kadim zamanlardan beri çoklu etnik ve inanç dokusuna sahip Karabel bölgesinin, Zazaca konuşulan, Alevi-Kızılbaş inanç değerlerinin yaşandığı bir sosyo-kültürel ikliminde geçecekti çocukluğu…

Annesine borçlu olduğunu söylediği ve tutkuyla bağlandığı dili ile temel inanç değerleri, hayatı boyunca taşıyacağı sarsılmaz bir bağlılığın ilk nişanesiydi. İlkokuldan itibaren devletin zorunlu eğitiminin empoze ettiği Türkçe ve Sünni İslamiyet ile tanıştı. Eğitim denilen şey, Garip için önce dilinin, sonra da temel kimlik değerlerinin parçalanması demekti. 1969-70 öğretim yılında, Dörteylül Ortaokulu’nda namaz kılmayı bilmediği için din dersi hocasından yediği ağır tokat, onun bilincinde ve ruhunda dinmeyen bir öfke duygusu ve yara açtı. O gün, çocuk yüzüne çarpan yalnızca bir öğretmenin şiddeti değil; aynı zamanda bir halkın ve değerler silsilesinin asırlık inkârıydı.

Ama karşısına çıkan yalnızca bu kırılma anı değildi, kuşkusuz. Aynı okulun edebiyat öğretmeni ise onu, Yaşar Kemal’in, Fakir Baykurt’un ve Aziz Nesin’in –onu bambaşka ufuklara taşıyacak olan– kitaplarıyla tanıştırdı. Babasının, “Bu kitaplar yüzünden doğru düzgün derslerini, namazı ve gerekli duaları öğrenemiyorsun!” diyerek çok sevdiği kitaplarını ateşe atması, 15 yaşındaki Garip’in ilk ciddi başkaldırısının pimini çekecekti.

Ne evin duvarları ne okulun kapıları artık onu tutabildi. Kendi yolunu kendi çizerek İstanbul’a doğru yola koyuldu…

1973 yılında ailesiyle birlikte, “taşı toprağı altın” denilen İstanbul’un bir gecekondu semtine yerleştiğinde, içindeki asi ruh ve radikal arayışları daha da büyüdü. Aradığı ışığı, 1976 yılında Ankara Merkez Cezaevi’nin soğuk duvarları arasında buldu. Aynı dönemde cezaevinde bulunan M. Ali Kankotan ve M. Zeki Şerit gibi yoldaşlarının belirleyici katkılarıyla, İbrahim Kaypakkaya’nın çizdiği ideolojik-politik güzergâh ile tanıştı.

O günden sonra düşünsel ve siyasal rotasını bir daha asla değiştirmedi. Sivas, İstanbul, Dersim ve diasporanın farklı duraklarında geçen Garip Şahin’in yaşamı; bir ömür süren direnişin ve özlemlerin hikâyesidir…

“On Sekiz Mayıs’ı Unutmam”, “Ali Haydarım” ve “Hasretim”le tarihe kazıdığı sevdalar; nihayetinde “Manifestom” diye nitelendirdiği “Töre” çalışması ve Yılmaz Güney’in Duvar filminde gururla üstlendiği çoklu sorumluluklar, onun ruhundaki devrimci yangının eserleridir.

6 Aralık 1981’de Meriç Nehri’ni aşarak sürgünün uzun ve meşakkatli yoluna koyuldu: Yunanistan’dan Almanya’ya, Hollanda’dan Fransa’ya ve sonunda İsveç’e…

Her durakta biraz daha büyüyen çok boyutlu bir hasretin, biraz daha derinleşen katmanlı bir mücadelenin inadını hep taşıdı yüreğinde. İniş-çıkışlar, atılım ve geri çekilişler eşliğinde…

Ama bir an bile köklerinden, inançlarından ve temel devrimci doğrultusundan sapmadan…

Garip Şahin, 67 yıllık ömrüyle bir isyanın, bir sevdanın ve bir halkın belleğinde meşru bir yer edinmenin adıdır…

Ve de, ardında yüzlerce eser ve küllerin içinden doğacak bir geleceğe dair umudun…

Son sözünü ise şöyle kazıdı zamana:

“Ateşte kaybettiklerimizi, küllerimizde bulacağız.”

​​

ESERLERİ:

Dersim - Bir Dünya Vatan -  2021

@ 2025 Komunal Izlek

bottom of page